Necmi Sönmez
Düsseldorf, Ağustos 2015
Canan Dağdelen’in “ikili YAPI” Sergisi Üzerine
Canan Dağdelen’in ikili YAPI isimli sergisi, sanatçının farklı sunum arayışlarına girdiğini gösteren mekâna özgü üç çalışmasını içeriyor. Mimar Sinan’ın 1553’te gerçekleştirdiği yapıtı Haseki Hürrem Sultan Hamamı, çifte bünyesi ile sergi konseptinin çıkış noktasını oluşturuyor. Ayasofya Müzesinin yanında yer alan bu hamamın ana mimari özelliği, kadınlar ve erkekler için olan kısımların birbirinden ayrı binalarda, aynı eksen üzerinde bulunan sıcaklık bölümlerinin ise sırt sırta konumlandırılmasıdır.
Dağdelen, daha önceki çalışmalarında da mimari ana formları kullanarak farklı deneylere girmişti. Sanatçı, bu defa ilk kez Mimar Sinan’ın sıcaklık bölümlerindeki formdan yola çıkarak, birbiriyle ilişki içinde tekrarlanan sekizgen planlı yapı formuyla gerçekleştirdiği yerleştirmesinde, karşıtlıklar üzerine kurulu güçlü bir görsel ifade yakalamıştır. İki eş mimari form tavandan asılan ve yere tutunan kürelerle çözümlenir. Pembe ve gri-mavi renklerle ayrılan yapıt, formlardan birinin kırk derece açılı ve biraz daha yüksekten asılarak yinelendiğinde yansıyarak görsel bir karşıtlık oluşturur. Göz alıcı bir uçuşma halinin dikkati çektiği, sanatçının leitmotifi olan porselen kürelerin ince çelik iplerle mekâna asılmaları, onlara sanki bu dünyaya ait olmadıkları, kozmik bir güç tarafından birbiriyle tutturuldukları hissiyatını kazandırır.
Sanatçı temelde aynı formu iki farklı biçimde yorumlarken, birbirine zıt olmalarına rağmen sürekli yan yana duran kavramlara da gönderme yapar; gece ile gündüz, karanlıkla ışık, dolu ile boş ve kadınla erkek gibi… Ancak Dağdelen’in yerleştirmesini bu kavramların ötesine taşıyarak tekilleştiren, güçlü gözlemlere dayalı analitik düşüncedir. Sinan’ın mimarisinde kullandığı fonksiyon amaçlı form, Dağdelen’in yapıtlarında soyutlanırken çağdaş imge kurguları kendisini belirgin kılar. Böylece on altıncı ve yirmi birinci yüzyıl arasında formun yeniden yorumlanmasına ilişkin bir diyalog kurulur. Doğu kültüründe bedensel ve manevi temizliğin odak noktası olan hamam, günümüzde eski ayrıcalığını yitirdi. Sanatçı, hamamın egzotikleştirilmesi mitini aşarak onları bugünün dikkatsiz bakışlarından kurtarıp, yapıta beklenmedik bir görsel vurguyla yaklaşır.
Akarak Birleşen isimli çalışma, “ol” sözcüğünün Dağdelen’in kendi el yazısından, iki aynı formda, yaklaşık olarak insan boyunda büyütülerek parlak çelik metalden gerçekleşmiştir. Bu çalışmayı, sanatçının 1980’lerin ortalarından itibaren sürdürdüğü sanat hayatında yazı, harf, alfabe gibi olgularla, Osmanlıcada hurufat olarak tanımlanan yazı kalıplarıyla ilgilenerek ürettiği bir dizinin son halkası olarak değerlendirmek gerekir. Önceleri harflerin kaligrafik karakteriyle ilgilenen sanatçı, zaman içinde formsal özelliklerden sıyrılarak, sözcüklerin anlamlarına, kültürel açılımlarına yöneldi. Dil, anadil, ikinci dil gibi kavramlar etrafında yoğunlaşan araştırmalarında Dağdelen, göç olgusuna yönelerek kökleri sosyolojik, psikolojik açılımlarla beslenen çokkültürlülük kavramıyla ilgilendi. Bunlar özellikle kimlik olgusunun dışavurumundaki formlar, tavırlar, davranışlarla ilgiliydi.
Tasavvufi gelenekte temel bir kavram olan “ol”, sanatçının yazı ve anlamı odağına alarak gerçekleştirdiği anahtar çalışmalarından biridir. Tıpkı Yansıma isimli yerleştirmesinde olduğu gibi Akarak Birleşen de, aynı formun iki kere tekrarlanmasıyla aynılık ve farklılık olgularına gönderme yapar. Sanatçı, bir dizi mantığıyla ürettiği bu çalışmalarında, okunur olmaya, anlaşılmaya dikkat göstermekle beraber görünenin altındaki anlam bütünlüklerine de yelken açar.
Sergide yer alan, duvar objesi olarak tanımlayabileceğimiz diğer çalışmalar ise Dağdelen’in mimari formlardan yola çıkarak gündeme getirmeyi başardığı geçmiş zamanların hafızasını nasıl soyutladığını ortaya çıkarır. Bu çalışmalardaki değişken formlar, sanatçının düş ve düşünce birlikteliği kurarak şimdiki zamanın sınırlarını aştığını gösterir. Ana formlarında, “kare taban ve kubbe”, “sekizgen taban ve kubbe” olarak karşımıza çıkan bu küçük objeler, formun belirleyiciliğini kırıp, kullandığı sırsız mat porselenin soyutlayıcı yardımıyla adeta izleyiciler için “düş mekanları” kurgular. Sanatçı, Çifte HAMAM Hürrem adlı çalışmasında, hamamın mimari planını sabitlenmemiş grafit tozu yardımı ile bir platformun üzerine aktardıktan sonra yine sırsız porselenden gerçekleştirilen bölümlerini ait oldukları planın üzerine yerleştirmiştir. Bu çalışma, ilk bakışta hamamın küçük bir maketi gibi gözükse de mimari form, izleyicileri uçuşan taban planı üzerine düşünmeye davet ederken, özellikle kütle-ışık ilişkisine yönlendirir.
Sinan imzasını taşıyan yapılarda karşımıza çıkan yücelik duygusunun kökeni, insan odaklılık olarak yorumlanabilir. Dağdelen, bu sergisinde ele aldığı çetin konuları insan temelinde görselleştirirken kendi eliyle duvara yazdığı bir Mevlana alıntısıyla hafifletme eğilimindedir: “her gün… bulanmadan, donmadan akmak ne hoş”. Mevlana’nın sözleri, güncel yaşamın sürekliliği ne kadar zor olursa olsun bireyin bunun üstünden gelebilecek bir gücü olduğunu hatırlatan hümanist bir dünya görüşüne gönderme yapar. Dağdelen, tıpkı Akarak Birleşen isimli heykelinde olduğu gibi bu çalışmasında da Sufi geleneklerine yakınlaşırken, mistik düşünceyi görsel bir çerçevenin içinde ele alır. Bugünün dünyasında “bunalmadan, donmadan akmak” hiç kuşkusuz belli konular, olgular etrafında kenetlenmeyi gerektiriyor.
Dağdelen ikili YAPI ismini verdiği bu sergisinde tekrarlar ve aynılıklar üzerinden zıtlıklar, farklılıklar üzerine eğilerek, daha önceki çalışmalarında duyumsanan anlam/kavram bütünlüklerine yeni bir halka daha ekliyor.