Hasan Bülent Kahraman
Istanbul 2008
ÖTEKI YAPIT: YAZI VE YAZIT
I.
Canan Dağdelen’in daha önceki dönemlerde yaptığı çalışmalar büyük bir mükemmelliyetçilik duygusunun etrafına kurulmuş olan porselen işlerdi. Bu yapıtlarında sanatçı porselenin oluşturduğu kendisine ait ‘sırlı’ dünyadan hareket ederek ve onun maddeden kaynaklanan bu özgül dil olanağını ihmal etmeyip, tersine kullanarak çok önemli bir şey yapıyor ve yapıtın bünyesinden türeyen, bir nesne olarak ortaya çıkmasıyla birlikte başlayan ‘metinselliği’, üstlerine yazdığı yazılarla bütünleştiriyordu. Yazı denilen ve ne olduğu konusunda hala belli ve somut bir uzlaşmaya varılmamış olan bu araç ve olgunun zaman zaman’mistik’ denebilecek ama ‘mitik’ özellikler de gösteren zengin yapısı porselenle bütünleştiğinde büsbütün esoterik bir anlam tabakası üretiyordu. Dağdelen, porselenin sırrıyla yazının sırrını bütünleştiriyor, gi√izleyeni bir okuma-okunmama/okuyamama kavşağında durduruyordu. Okunabilir yazının açıklığı ve aynı zamanda kapalılığıyla okunamayan yazının kapalılığı fakat bir ‘im’ olmasından kaynaklanan açıklık bize bir yandan ut pictura poesis kavramını bir kere daha hatırlatıyordu. Onunla da kalmayarak bu gizli ve gizemli ilişki görselliğin ve okuma eyleminin öncelik-sonralık sorularını önümüze getiriyordu. Metinsellik neydi? Bir bağlam sorunu denebilir miydi ona? Yoksa Wittgenstein’ın vurguladığı gibi dil, anlam, okuma kafamızda canlandırdığımız sözcüklerden mi oluşuyordu? Anlam yeryüzünde karşılığı bulunan nesnelerle bir bütünleşme eylemi miydi? Ama bu soru tersinden de sorulup, anlam, bir noktadan sonra, verili olanı aşıp, onu soyutlama yetisi ve olanağıdir denebilir miydi?
Dağdelen’in bu dönem yapıtları bir yandan nesne/l düzeyde porselenin sınırlarını zorlayıp ona ontolojik olarak yeni boyutlar kazandırma çabasına girerken bir yandan da anlam sorunsalını ortaya getirerek ciddi bir ‘çoğullaşma’ oluşturuyordu. Bu çoğullaşma sadece kaligrafi-metin/ görsellik-dil eksenlerini tutmakla kalmıyor, mesela beyaz porselen üstüne yazılmış ‘beyaz’ sözcüğüyle ve onun üstüne yazıldığı beyaz zemindeki yitimiyle yepyeni sıçrama eşikleri hazırlıyordu. Metin-görsellik-dil üçlüsünün yarattığı ‘bulandırma’ bununla da sınırlı kalmıyordu. Gene beyaz porselen üstüne işlenmiş bir beyaz imgenin belirlilikle belirsizlik arasında kalmış hali aynı beyaz porselenin içinde yer aldığı mekanın beyazlığı içinde yaşadığı bulanıklık da benzer bir sorun meydana getiriyordu. Çok geniş bir perspektiften bakarak bunun anlam ve doğal olarak gerçeklik düzeyinde açılmış sorgulamalar olduğunu şimdi daha büyük bir rahatlıkla söylemek mümkün.